İçeriğe geç

Dinimizde kabir kurbanı var mı ?

Dinimizde Kabir Kurbanı Var mı? Güç, İktidar ve İnanç Üzerine Bir Siyasi Okuma

Toplumsal düzenin en derin katmanlarına inildiğinde, bireylerin inanç pratiklerinin bile iktidar ilişkilerinden tamamen bağımsız olmadığını fark ederiz. “Kabir kurbanı” gibi dini ritüellerin, yalnızca bir inanç göstergesi değil, aynı zamanda güç, otorite ve toplumsal kontrol mekanizmalarının yeniden üretildiği alanlar olduğunu söylemek mümkündür. Peki gerçekten dinimizde böyle bir ibadet var mı? Yoksa bu, iktidarın dini anlam dünyasını yeniden şekillendirdiği bir toplumsal kurgudan mı ibaret?

İktidarın İnanç Üzerindeki Sessiz Hâkimiyeti

Her toplumda iktidar, kendi meşruiyetini sürdürebilmek için sembollere, ritüellere ve inanç biçimlerine yaslanır. “Kabir kurbanı” da bu çerçevede ele alınmalıdır. Dini metinlerde ve İslam fıkhında böyle bir ibadetin açık bir dayanağı yoktur. Ancak tarihsel süreçte, halk dindarlığı ve yerel inanç biçimleriyle birlikte bu tür pratikler meşrulaştırılmış, hatta kimi bölgelerde kurumsallaşmıştır. Böylece devletin ya da dini otoritelerin kontrol ettiği bir “ritüel siyaseti” doğmuştur.

Bu noktada kritik soru şudur: Dinin saf haliyle yaşanmasını engelleyen şey nedir? Devlet mi, ulema mı, yoksa bireyin inançla kurduğu o “itaatkâr” ilişki mi? Dini pratiklerin siyasal iktidar tarafından şekillendirildiği bir dünyada, kabir kurbanı gibi uygulamalar, inançtan çok, iktidarın toplumsal rızayı üretme biçimidir.

Kurumlar ve İdeolojinin Rolü

İslam toplumlarında dini kurumlar yalnızca inancı yönlendirmez; aynı zamanda ideolojik bir aygıt işlevi görür. “Kabir kurbanı” uygulaması da bu çerçevede değerlendirildiğinde, dini kurumların halk üzerindeki nüfuzunu derinleştirme stratejisi olarak okunabilir. Bu tür ritüellerin yaygınlaşması, devletin din üzerindeki gözetim ve denetim rolünü pekiştirirken, halkın manevi ihtiyaçlarıyla da örtüştüğü için sorgulanmadan kabul görür.

İdeoloji burada sessiz ama güçlü bir şekilde işler. İnsanlar, kabir başında kurban kesmenin dini bir zorunluluk olduğuna inanır; oysa bu, dini bir gereklilik değil, tarihsel olarak şekillenmiş bir toplumsal alışkanlıktır. Devletin, dini kurumların ve yerel güç odaklarının birlikte inşa ettiği bir inanç pratiğidir bu.

Vatandaşlık, Cinsiyet ve Güç Perspektifi

Bu tür dini pratiklerin toplumsal cinsiyetle de yakından ilişkisi vardır. Erkekler, kabir kurbanını çoğunlukla “aile onuru”, “görev bilinci” ya da “toplumsal saygı” çerçevesinde üstlenir. Bu, erkeklerin güç odaklı ve stratejik düşünme biçimlerinin bir yansımasıdır. Toplumda dini görevleri yerine getiren, “koruyucu” erkek figürü, aslında dini otoritenin ve patriyarkanın yeniden üretilmesini sağlar.

Kadınlar ise bu pratiklere çoğu zaman duygusal dayanışma ve demokratik katılım penceresinden yaklaşır. Onlar için kabir ziyareti, ölüyle iletişim kurmanın değil, toplumla bağ kurmanın bir yoludur. Kadınların bu alandaki sessiz gücü, inanç pratiklerinin insani ve vicdani yönünü ön plana çıkarır. Dolayısıyla “kabir kurbanı” tartışması, yalnızca dini değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet temelli bir iktidar analizidir.

Provokatif Bir Soru: İnanç mı, İtaat mi?

İnanç dünyamızda “kabir kurbanı” gibi uygulamaları yaşatırken, aslında kimi kutsadığımızı hiç düşündük mü? Allah’ı mı, yoksa geleneksel otoriteyi mi? Bu noktada siyasi bilinç devreye girer. Çünkü dini ritüeller, tıpkı seçimler ya da yasalar gibi, toplumsal düzenin bir parçasıdır. Onlara yön veren güç dengeleri, halkın zihnini ve davranışlarını biçimlendirir.

Bugün “dinimizde kabir kurbanı var mı?” sorusu yalnızca bir teolojik tartışma değildir; aynı zamanda toplumsal bir yüzleşme çağrısıdır. Bu sorunun yanıtı, inancın hangi otorite tarafından yönlendirildiğini, kimin inandığına kimin karar verdiğini açığa çıkarır. Belki de asıl mesele, inançtan çok itaatin kutsallaştırılmasıdır.

Sonuç: Dinin Siyasallaşan Sessizliği

Kabir kurbanı meselesi, dinin toplumsal düzende nasıl bir iktidar aracına dönüştüğünü gösterir. Dini kurumların, erkek egemen geleneklerin ve siyasal yapının birbirine eklemlendiği bu düzende, inanç pratikleri özgürleşemez. Dolayısıyla asıl mesele, “var mı yok mu?” sorusunun ötesindedir. Mesele, dinin siyasetle kurduğu ilişkinin yeniden tanımlanmasıdır.

Bir siyaset bilimci gözüyle bakıldığında “kabir kurbanı”, yalnızca bir ibadet değil, toplumsal düzenin aynasıdır. Bu aynaya bakarken kendimize şu soruyu sormalıyız: Biz gerçekten inancımızı mı yaşıyoruz, yoksa sistemin bize biçtiği dini kimliği mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
ilbet yeni giriş adresiprop money